Yorucu ama keyifli ilk iki günün ardından gezimizin bir başka heyecanlı aşaması gelip çatmıştı. Herkes “Belgrad’a bir hafta fazla” deyince gezinin üçüncü ila dördüncü günü arabayla Bosna Hersek ziyareti yapmaya karar verdik.
Salı sabahı Belgrad şehir merkezinden araba kiraladık. Yol tabelalarında Kiril alfabesi kullanılmış olabilir diye navigasyonu olmasına dikkat ettik. Gelmeden önce yaptığımız araştırmalarda tabelaların hem Kiril hem de Latin alfabesi ile yazıldığını okumuştuk ancak yol hem uzundu hem de küçük yerleşim yerlerinden geçiyordu. O nedenle tabelalara güvenmeyip en iyisi navigasyondur dedik (bunu iyi ki de yapmışız).
Rotamız şu şekildeydi; Belgrad – Srebrenitsa – Saraybosna – Mostar (Mostar’da bir gece konaklama) ve ardından bu yolun geri dönüşü.

Sabah 9.00 gibi yola çıktık. Yolculuğumuzun tek “çift şeritli” yolu olan Sırbistan’daki E-70 karayolunda bir süre ilerledikten sonra Kuzmin üzerinden Bosna Hersek’e giriş yaptık. Yolun E-70 hariç tüm kısmı (her iki ülke için söylüyorum) tek gidiş tek geliş ve dağ yolu şeklinde. Karadeniz’de sahil yolu yokken yol yaptıysanız -ki ben belki 6 yaşımdan beri gerek yolcu gerek şoför olarak yaptım- bu yola alışkınsınızdır. Manzara inanılmaz keyifli sadece Bosna Hersek’te sıkça göreceğiniz kereste tırlarının arkasına takılıp virajlardan dolayı onları geçememe durumunuz oluyor. Zaten Google’ın yukarıda 514 kilometre yola tahmini 8 saat verdiğini görmüşsünüzdür. Gerçekte biraz daha fazla sürüyor.
Yol kenarında bizden tanıdık manzaralar var mesela karpuz kavun tezgahları. Tezgahlarda ise bizde de kullanıldığı üzere Bostan yazıyor. (Yazanı yakalayamadık aşağıdakiyle idare edin.)

Yol tabelaları dediğim gibi Latin alfabesi ile belirtilse de şu dikkatimizi çekti; ne Belgrad yönünde ne de Saraybosna yönünde şehre iyice yaklaşana kadar şehir ismine yer verilmiyor (ikisi de başkent!). İşte, navigasyona bu nedenle “iyi ki” dedim yukarıda. (Tamam, daha 300 kilometre var olabilir ama yaz Saraybosna diye, Belgrad diye en azından doğru yolda olduğumuzu bilelim!)

Neyse yol kenarlarını, tabelaları bir kenara bırakacak olursak, Bosna Hersek’e girdiğimizde ilk izlenimimiz daha düzenli duruyor ve daha yeşil şeklinde oldu. Evler daha güzel, boyalı, bahçeli, düzenli. Burada ufak bir mola verip Bosna Hersek’in günümüzdeki siyasal yapısından kısacık bahsedecek olursak Bosna Hersek iki yönetim biriminden oluşuyor. Bunlardan biri Sırp Cumhuriyeti, diğeri ise Bosna Hersek Federasyonu. Ülkeye bizim yaptığımız gibi Kuzmin üzerinden girerseniz ilk olarak Sırp Cumhuriyeti bölgesinden girmiş oluyorsunuz. Harita üzerinde şöyle gösterebilirim;
(Haritanın tamamı Bosna Hersek ülkesini, pembe kısımlar Sırp Cumhuriyeti yönetim birimini, camgöbeği kısımlar ise Bosna Hersek Federasyonu yönetim birimini ifade ediyor. Başlı başına bir ülke olan Sırbistan ile karıştırmamak gerek.)

Ha neden anlattım bunu? Çünkü farklı bölgeler farklı şekilde gelişme imkanı bulmuş, her bölge aynı zenginliğe sahip değil bunu rotamız boyunca gözlemleyebildik. Büyük şehirlere yaklaşana kadar geçtiğimiz yerler ufak ufak ilçeler şeklindeydi. Bizim buradaki küçük Anadolu ilçelerine bir hayli benziyorlar aslına bakarsanız. Belki biraz daha düzenli yapılaşmış olanlarıydı.

İlk durağımız olan Srebrenitsa’ya giderken izlediğimiz rotada iki ülke arasındaki sınırı Drina Irmağı oluşturuyor. Sava Irmağı’nın bir kolu olan Drina’nın bir yakası Sırbistan bir yakası ise Bosna Hersek. Hatta bir noktada ırmağın yanından ilerlerken sağa değil sola döndüğümüz için yine ülke değiştiriyorduk! Sola dönüp 50 metre ilerlemedik ki köprü üzerinde sınır kapısı çıktı karşımıza. Biz de sınır polisinin değişik bakışları altında usulca U çektik.

(Fotoğrafı Bosna Hersek’ten çekiyorum, karşısı Sırbistan.)
Baya bir yol gittikten sonra Srebrenitsa’ya ulaşıyoruz. Burada Srebrenitsa soykırımı için yapılan soykırım anıtını ve mezarları ziyaret etmek niyetindeyiz. Olay hakkında burda geniş geniş anlatımda bulunmayayım, internette sayısız kaynak var bu acı olayı okuyabileceğiniz. Anıta vardığımızda, içeride hala daha DNA eşleştirmesi için mezarların açıldığını, cesetlerin çıkarılıp yakınları eşliğinde araştırma için alındığını görebiliyorsunuz. Bu kadar yakından şahit olacağımızı düşünmediğimiz için bu ziyaret bizi oldukça etkiledi. Bölgede bugün dahi yeni toplu mezarlar bulunmaya devam ediyor. Olayı hem Bosna Hersek tarafından hem de Sırbistan tarafından dinleme şansımız oldu tanıştığımız kişiler sayesinde. O nedenle tek diyebileceğimiz umarız bir daha dünyanın hiçbir yerinde böyle bir olay yaşanmaz.

Geldiğimiz yolu tekrar dönerek Saraybosna rotasına geri dönüyoruz (haritadan görüleceği üzere Srebrenitsa biraz içeride kalıyor.) ve uzun bir yolculuktan sonra Saraybosna’ya varıyoruz. Saraybosna dağ tepe giderken son bir virajı dönene kadar size gözükmeyen ancak orayı da dönünce tüm güzelliği ile karşınıza çıkan bir şehir. (Bu arada Saraybosna’ya girmemize birlikte Sırp Cumhuriyeti yönetim bölgesinden çıkıp Bosna Hersek Federasyonu yönetim bölgesine de girmiş oluyoruz.) Arabamıza arka sokaklarda gayet düzgün bir otopark bulduktan sonra Baščaršija yani -evet bildiniz- Başçarşı muhitine doğru ilerliyoruz. Burası etrafında cami, külliye, medrese, çeşme, çarşı gibi ögeler barındıran bizim Eminönü veya Süleymaniye çevresine benzeyen bir yer.

Saraçi sokağında yürürken etrafta bir çok Türkçe isimli mekanla karşılaşmanız mümkün; bunlar kebapçıdan döviz bürosuna kadar çeşitli iş kollarında olabilir. Saraçi sokağı bizim Kapalıçarşı’nın açık hava versiyonu. Halı tüccarları, bakırcılar, döviz büroları, Boşnak böreği yiyebileceğiniz börekçiler gibi yerler var bu sokakta. Hatta az berisinde Ferhadiye caddesinde daha da tanıdıklar var;

Saraçi’de bulunan Gazi Hüsrev Bey Cami’nin bitişiğinde bulunan saat kulesi; kulak misafiri olduğumuz rehberin söylediğine göre -evet bazen rehberlere kulak misafiri oluverdik- dünya üzerinde ay saatine göre çalışan tek saat kulesi olma özelliğini taşıyor.

(Hem ay saatli kule hem Bedesten bir kareye sığmış bir şekilde.)
Başçarşı taraflarını geçecek olursak şehrin bir de yeni kısmı var. Üstte bahsettiğim Ferhadiye Caddesi ve sonrası yeni şehir kısmı. Burada da ilginç bir şey gözümüze çarptı. Parklarda irili ufaklı satranç tahtaları var ve herkes satranç oynuyor! (Bu Sırbistan’da da bu şekildeydi. İnsanlar parkta satranç oynuyor ve birbirlerinin rakipleri oluyorlar.) Etrafta karşılaşmayı izleyen kitle ise yeri geldiğinde yorumları ile olaya müdahil oluyorlar. Çok tatlı iki rakibin oynadığı oyundan bir kesit sunayım size;
Caddede ilerlerken gözümüze çarpan bir başka şey de dijital bir sayaç ve içinde hızla büyüyen bir rakam. Amerika’daki borç saatine benzer bir şey. Çevirince yanılmadığımızı anladık. Ne kadar hükümet harcaması yapıldığını gösteren dijital saat hem vatandaşlara bilgi veriyor hem de herkese tasarrufun önemini her an hatırlatıyor.

Şehrin yeni kısmında ülkemizin de hemen hemen bütün şehirlerinde görebileceğiniz AVM’ler, oteller, iş merkezleri var. O kısmı gezmeye gitmezsiniz yani. O nedenle biz de Saraybosna gezimize burada bir nokta koyup hava daha da kararmadan Mostar’a doğru yola çıkmaya karar veriyoruz. Çünkü dönüşte de gezmek için vaktimiz olacak ancak hemen yola çıkmazsak yolunu belini bilmediğimiz Mostar’a çok geç kalacağız. Gezinin üçüncü günü henüz bitmemiş olsa da ben yazıyı burada bitiriyorum ve Mostar için ayrı bir yazı yazmayı planlıyorum. O zamana kadar görüşmek üzere, bu kadar yazıyı okuduysanız teşekkürler!

(İstikamet Mostar!)