Macera Dolu Amerika 1: San Francisco!

Uzun zamandır hazırlandığımız bir haftalık San Francisco gezisi rüzgar gibi geldi geçti! Bu yazımda Amerika’nın bu muhteşem şehrini aldığım notlar ve ipuçlarıyla anlatacağım sizlere. San Francisco ile başlayan Los Angeles’tan geçen ve San Francisco’da son bulan 7 günlük seyahatte yaşadıklarımı okumaya hazırsanız, başlıyorum! Hadi bakalım.

Öncelikle uçakları sevdiğimi söylemem gerek. Sırf bu sebeple giderken A380’e dönerken 747’ye binebileyim diye aktarmalı alıyoruz biletlerimizi…

İstanbul’dan Pazar sabah 6’da Frankfurt’a ardından Frankfurt’tan gıcır bir A380 ile San Francisco’ya geçiyoruz.

Yolda yiyecek ve içecek ikramı sürekli devam ediyor. Ancak siz bu frekanstan da memnun kalmayacağınızı düşünüyorsanız, ben acıkırım diyorsanız yanınıza atıştırmalık almayı ihmal etmeyin. İçeceğe ise gerek yok, her türlüsü daima servis ediliyor.

Frankfurt havalimanı gibi bir havalimanında aktarma yapıyorsanız transit geçiş vizesine ihtiyacınız olmuyor. Bu bilgiyi Alman makamlarının internet sitesinden kontrol edebilirsiniz. Gitmeden bakmakta fayda var. Transit vize diye aratınca hemen çıkıyor.

Vardığımızda günlerden yine Pazar saat 13.00 civarı. Yolculuk toplam 13-14 saat sürüyor. Aktarmalarla belki daha fazla net anımsayamıyorum. Pazar sabah kalkıp, 13-14 saat yol yapıp yine Pazar öğlen varacağım yerde olmak beni ilk şaşırtan şeydi, daha önce okyanus ötesi bir uçuşum olmamıştı.

Vardığımızda bu yolculuktan pek etkilenmiş görünmüyorduk, uçakta perdeleri kapadıkları bir aralık geliyor. O zamana uyar da perdeler kapandığında uykunuzu almaya çalışırsanız indiğinizde hiçbir şey hissetmiyorsunuz. Zamanlamayı ona göre ayarladıklarını duymuştum, sanırım doğru. Dönüşümüzde 2-3 gün kendimize gelemedik onu anlatırım.

Yol boyunca 3-4 film izleyebilirsiniz. Ben Midnight in Paris’i bilmem kaç kere izlesem de yine izledim.! San Francisco havaalanından şehir merkezine giden trenler var. Über çağırırsanız 40-45 dolar civarı tutuyor (dönüşte yaptık) bir de 5 dolar havaalanı vergisi kesiliyor o nedenle 50 doları gözden çıkarmanız gerekebilir. Tren ise ucuz, 8 dolar civarında. BART ismini taşıyan trenlere binmek için biraz yardım gerekebilir. Çünkü biletleme biraz farklı. Bizdeki akbil dolum makineleri gibi bir makine var. Bu makinede her durak için kartınızda kaç dolar yüklü olması gerektiği yazıyor. Siz gideceğiniz durağı bulup yanında yazan dolar kadar doları makineye koyup (daha fazla koyabilirsiniz) kartınıza o doları yüklüyorsunuz. Ardından trene biniyorsunuz. İndiğiniz durakta çıkışta makineye kartınızı okutuyorsunuz. Kartınızda o durak için yeterli bakiye varsa çıkmanıza izin veriyor. Değilse belli bir tutara kadar ek yükleme yapmanıza izin veriyor ancak bu tutar sınırlı ona göre. Ek yükleme ile de tamamlayamadıysanız başınıza ne geliyor bilmiyorum.

Tren yolculuğu yaklaşık 30-40 dakika kadar sürüyor ve Powell Station’da iniyoruz. Bu istasyon sizi San Francisco’nun merkezine ulaştırıyor. Buradan bavullarımızı sürüye sürüye otelimize doğru yola koyuluyoruz. İlk izlenimimiz biraz değişik. Cadde ve sokaklar kokuyor ne yazık ki. Avrupa’da görmediğimiz kadar evsiz sokaklarda yaşıyor. Elbette insanların düştükleri durum acı ve onlara iğrenir gözlerle bakmamalısınız, zaten öyle yapmıyoruz ancak içinde bulundukları durum bizi biraz üzüyor. Çoğu hasta ve bu dışarıdan da anlaşılıyor. Ancak kimseye bir zararları yok, çoğu önündeki kutuya bir yemek veya içki parası bırakmanızı bekliyor, o kadar.

Şunu da belirtmeden geçemeyeceğim ki evsizlerin tehlikeli olduğu sokaklar da var ve otelimize gittiğimizde resepsiyondaki görevli ilk önce bunu belirtti. Şehir haritasını aldı ve bir bölgeyi yuvarlak içine alarak “buraya gitmiyorsunuz” dedi net bir şekilde. Ardından şehir içinde Über ile gezerken o bölgeden geçtik ve taksici ile sohbetim sırasında öğrendim ki o bölgede devletin evsizler için ayırdığı içinde sadece yatakhaneler olan pansiyonlar varmış ve devletin verdiği aylık yaklaşık 200 dolar kadar olan parayı genelde uyuşturucuya harcayan tipler bu bölgede kalıyormuş. Akşam saatlerinde bu bölgelerde kiliselerin yemek dağıtımı oluyor, karınlarını da o şekilde doyuruyorlar. Siz de bu bölgelerden uzak durmaya çalışın, bunu tavsiye etmenin kötü bir yanı olmasa gerek.

Otelimizde bizi inanılmaz enerjik bir görevli karşılıyor. Kendisi misafirlere harita üzerinde tavsiyeler verip onlara nerede güzel yemek yenir, nerenin müziği dinlenmeden geçilmez onu anlatıyor, aynı zamanda akşamları otelin lobisinde müzik yapan bir grupları da var. Enerjisi size yaptığınız 14 saatlik uçuşu ve 1 saatlik metro yanında yürüme yolculuğunu unutturuyor. Zaten şehri görmeye sabırsızlanıyoruz o nedenle bavulları attığımız gibi şehri keşfe çıkıyoruz.

Otelimiz Sutter Street üzerinde. Buradan Union Square’e varmak yürüme 15-20 dakika. Yol güvenli. Yol üzerinde oturabileceğiniz bir kaç İtalyan restoranı ve Irish Pub var. Union Square’a varıyoruz ardından. Burası ışıl ışıl bir meydan. Etrafında The Westin St. Oteli, Apple Store, Macy’s, Louis Vuitton, Chanel, Gucci, Tiffany&Co, Mac, Lush, Nike, Sketchers gibi bir çok ünlü markanın mağazaları var. Çoğu çok pahalı tahmin edersiniz. Ancak Sketchers ucuz onu söyleyebilirim. Burada biraz turlayıp Macy’s’e girebilirsiniz. Macy’s department store konseptinde bir yer. Bizdeki Boyner veya Mudo gibi. Kozmetikten giyime, mobilyadan teknolojiye oyuncaklara takılara kadar bir çok markanın ürünü mevcut. Zaten her daim bir kalabalık. Union Square’daki Macy’s’in en üst katında ise The Cheesecake Factory var ki önünde bir merdiven dolusu kuyruk oluyor.

The Westin St. Oteli’nde her gün bir ülkenin bayrağı asılıyor. Gece çekemedim ama bir önceki gün Türk bayrağı vardı.

Alışverişe bir nokta koyacak olursak -ki yapmadık zaten yorgunluktan ve açlıktan ölüyoruz- çokça merak ettiğimiz Çin Mahallesi’ni bulmak için yola koyuluyoruz. Haritaya göre biraz yürümemiz lazım. Hava kararıyor bu sırada. Yürümeye başlıyoruz. Öncelikle şunu aklınızdan çıkarmayın, San Francisco tepeciklerden oluşuyor. Paralel caddelerde yürürseniz sorun yok ama yukarı, aşağı hareket edecekseniz ciddi yokuşlar tırmanacaksınız benden söylemesi. Mesela bu örnekte olduğu gibi. Union Square’dan (ki alçakta kalıyor) Çin Mahallesi’ne gidecekseniz 20-25 dakikalık bir yokuş yukarı yolu göze almalısınız. Daha pratiği -ilk gün yürüyerek keşfetmek istedik ve biraz da bilmiyorduk- San Francisco’nun meşhur Cable Car yani tramvay-füniküler karışımı araçlarına binmeniz. “Chinatown’a gider” diye makinistin bağırarak anons ettiği nostaljik arabalara binerek, yokuştan kurtulabilirsiniz. Ücreti araçta nakit ödüyorsunuz. Ancak ucuz olmadığını anımsıyorum 5 dakikalık bir yolculuk için 8-10 dolar gibi bir para ödedim sonraki günlerde.

Cable Car’lar her yerde…

Chinatown efsane bir yer. Eğer Çin’e gitmediyseniz, rengarenk Çin dükkanlarını, lokantalarını, ışıklandırmalarını, tabelalarını, süslemelerini, vs. vs. arıyorsanız mutlaka görmelisiniz. Zaten her şekilde San Francisco’daki Çin Mahallesi’ni görmelisiniz, kaçırmamanız gereken bir deneyim. Küçük bir festival havası yaşatıyor size. Ancak biz hayran hayran etrafa bakmaya saatlerce devam edebilecek olsak da çok acıkmıştık.

Foursquare’den mekan tavsiyesi baktık. Bir kaç ünlü yer var. Z&Y bunlardan biri örneğin. Obama’nın da ziyaret ettiği, önünde kuyruk olan ufak bir lokanda. Yine listede bulunan ancak ikinci sırada olan Great Eastern restoranını tercih ediyoruz. Daha büyük olduğundan 2-3 dakika içinde masa ayarlanıyor. Üstelik merak ediyorsanız burayı da ziyaret ederek yemek yemiş Obama Buraya ait bir video kesip biçtim, aşağıda yer alıyor, fikir vermesi açısından izlenebilir. Ücretleri makul. Kalan anlatımı videoya bırakıyorum. (Balık gözü modunu kapatmayı unuttuğum için yüzüm devasa görünüyor, idare edin )

Ertesi gün tek başımayım ve biraz vaktim var. Yeniden Çin Mahallesi’ne geliyorum çünkü doyamadım. Çok vakit geçirmeyeceğim merak etmeyin diğer yerlerden bahsedeceğim. Ancak her şey Çin fiyatları ile bu mahallede. Çektiğim güzel fotoğraflardan bazılarının çıktılarını almaya bir dükkana giriyorum. Dükkan aynı zamanda fatura ödeme merkezi, GMS bayii, loto bayii ve başka bir sürü şey daha bayii… Bir saat sonra hazır olur diyor ben de kendimi San Francisco sokaklarına atıyorum.

Yol üzerinde bir sürü Starbucks var ancak ben Los Angeles’a kadar hiç Starbucks’a girme ihtiyacı hissetmedim. Onun yerine bir sürü yerel kafe var, çok taze kahve ve inanılmaz lezzetli tatlılar sunuyorlar. Örneğin Columbus Bulvarı üzerinde bulabileceğiniz Brioche Bakery&Cafe gibi. Ben şöyle tercihlerde bulundum;

Biraz kurgu yaptım, idare edin 🙂

Ardından sokak turuma devam ettim, San Francisco’da başınızı çevirdiğiniz her yerde bugün müptelası olduğumuz sosyal medya sitelerinin veya tanınmış bir çok teknoloji şirketinin genel merkezini veya büyük bölge ofislerini görmek mümkün. Ben neredeyse aynı sokak üstünde bir Linkedin’e bir de Yahoo’ya rastladım. Zaten bu şirketlerin asıl toplandığı bölgeye de oldukça yakın San Francisco merkez. Bahsettiğim yer de Palo Alto ve San Jose şehirleri -ya da şehircikleri- tam bilmiyorum idari yapıyı.

Sonra bahsetmeden geçemeyeceğim benim yolum da San Jose’ye düştü zaten. Uzun yıllardır konuştuğum ancak bir türlü tanışma fırsatı elde edemediğim bir arkadaşımı görmeye gittim San Jose’ye. Alican ile Harry Potter maceramız sayesinde arkadaşız. Baktığımda 12 senedir tanışıyormuşuz. Birlikte güzel bir Harry Potter hayran sitesi yönettik ve çok şey paylaştık. Neyse bu site belki başka bir yazının konusu olur çünkü çok ayrı bir yeri var. Dile kolay 12 senedir tanışıyoruz ancak nereden aklıma gelirdi ilk kez Amerika’da görüşeceğimiz. Über ile San Jose’ye geçtim. Vakitlice gitmenin tek yolu buydu. Oturduk, konuştuk, beni iş yerini gezmeye götürdü, kendisi de bir teknoloji firmasında mühendis. Geri dönmem gerektiği için kısa ama çok güzel bir kaç saatti. Bunu yazarken bile mutlu oldum. Neyse geziye dönüyorum.

Akşam olduğunda BART treni ile döndüm ve kurt gibi acıktığımızdan şehrin en iyi hamburgerinin peşine düştük. Benim için hamburger önemli. Eğer o kadar kalori günahına gireceksem, lezzetli ve kaliteli bir et ile girmeliyim Tavsiyeler Pearl’s Deluxe Burgers’ı gösteriyordu. Bulduk, ufacık bir yer. İçerisi kalabalık, zaten 3-4 masa ya var ya yok mekanda. Hamburgerlerimizi seçtik ve yemeye koyulduk. Gerçekten çok başarılı, gerçekten. Umarım okurken canınız çekmez çünkü alta bir resim ekleyeyim diyorum belki bunu denemenize önayak olurum… Bu hamburgeri bir haftalık Amerika gezimin 1. sırasına koyuyorum, 2. en başarılı hamburger Los Angeles’taydı, resmini çekmişsem eğer ondan da bahsederim diğer yazıda.  Fiyat makul, yanına patates alıyoruz, menüye dahil değil patates. Ama devasa bir şey geliyor, siz bir tane alın iki kişi giderseniz.

Biraz ıvır zıvır almak için Walgreens’e uğruyoruz. Burası da bizim Migros gibi ancak Amerika’da ilaçlar marketlerde satılabildiğinden aynı zamanda bir eczane diyebiliriz. Ivır zıvır alıyoruz çünkü yarın büyük bir yolculuk bizleri bekliyor. Her ülkede yaptığımız üzere en iyi keşif yolu kendimizi yola vurmak dedik. Hem Los Angeles’ta akademik çalışmalarını sürdüren ortak arkadaşımızı ziyaret etmek hem de hep uzaktan gördüğümüz Los Angeles’ı ve Hollywood’u yakından görmek üzere sabah yola koyulacağız. Yolu da otoban yerine bir çok belgesele ve gezi yazısına konu olmuş, Pasifik kıyısına paralel ilerleyen Highway 1 üzerinden yapacağız. Buradan sonrası bir sonraki yazıya kalıyor. San Francisco’nun geri kalanı ise ondan bir sonraki yazıya. Umarım sizleri sıkmadım ve bazı ipuçları verebildim…

Görüşmek üzere!

Send a Comment

Your email address will not be published.