Çocukluğumuzdan beri izlediğimiz bir sürü filmin mutfağına, Los Angeles’a yaptığımız yolculuğu anlatacağım sizlere. Hollywood yazısından, ünlüler bulvarına, Griffith Parkı’ndan yeme içmeye kadar her şeyi bu yazımda bulabilirsiniz.
Los Angeles macerası için güne erken başlamak gerekti. Çünkü San Francisco’dan Los Angeles’a kara yolu ile gitmeye karar verdik her zamanki gibi. Önümüzde iki seçenek vardı; ülkemizden örnek verecek olursak birisi İstanbul – Ankara otoyolu diğeri de eski İstanbul – Ankara devlet yolu. Biz ikincisini seçtik çünkü belgesellere konu olan Highway 1 rotası tüm yolculuk boyunca size muhteşem bir Pasifik Okyanusu manzarası sunuyor!
Araç için ipuçları vermek istiyorum. Araç kiralama bize göre daha basit ve ucuz. Biz Budget’ı tercih ettik. Gitmeden aldığımız tavsiyelere dayanarak büyük bir arazi aracı aldık. Çünkü düşük motorlu ekonomi sınıfı araçlarla o yol bitecek gibi değil. Diğer yandan büyük araçlar dahi ucuz gerçekten. Kiralamacıların internet sitelerinden kampanyaları takip edin mesela bizim durumumuzda aracı San Francisco’dan alıp Los Angeles’ta teslim etmek yani tek yön teslim ücreti alınmıyordu kampanya kapsamında. Bu sayede hem pasifik boyunca yol macerası yaşama şansı elde ettik hem de 11 saatlik bu yorucu yolculuğu dönerken de yapmak zorunda kalmadık. Baya iyi bir fırsattı. Araç için aldıkları depozito ise 100 USD idi. (Takip edenler bilir, ülkemizde ekonomi sınıfı için alınıyor bu ücret.)
Evet şimdi yol, öncelikle sizinle rotayı paylaşmak istiyorum. San Francisco’dan yola çıkıyoruz, yol boyunca irili ufaklı bir sürü Pasifik’e kıyı yerlerde duruyoruz (durunca çok vakit harcamıyoruz zira yol uzun ve Los Angeles’ta 1 tam günden az fazlamız var) son olarak Santa Monica’da arkadaşımız Günce ile buluşuyoruz ve oradan Los Angeles’a geçiyoruz. Alttaki Google Maps görüntüsünde aslında tam olarak gittiğimiz rota yer almıyor. Çünkü Google Maps rotanın tamamını Highway 1 üzerinden çizmiyor, sağa doğru giren kısımlarda 101 kodlu nispeten daha geniş ve ayrılmış devlet yoluna veriyor. Ancak siz o kısımları da pasifik kıyısından gittiğimizi hayal edin çünkü öyle yaptık.

Yol üzerinde bir sürü farklı şey gördük. Bal kabağı yetiştiricileri, tamamıyla göçmenlerin çalıştırdığı McDonalds şubeleri (hakim dil İspanyolca, siparişi Türk İngilizcesi ile verince şaşırıyorlar) Pasifik’e kıyı sahiller ve daha bir çok şey.


Bir de dinlenme tesisi bulduk ki çok şirindi. Kocaman bir bardak dolusu kahve 1-2 dolar civarında. Ancak yol sormak isterseniz (ki Highway 1’e girenler bir sürü yol gittikten sonra yorulup çıkış soruyorlarmış) bir bahşiş bırakmanız gerekiyor.

Çıktığımızda sabahtı, Santa Monica’ya vardığımızda gece olmak üzereydi. Santa Monica’da Santa Monica Pier adında güzel bir iskele bulunuyor. İskele üzerinde de dönme dolap, yiyecek-içecek satıcıları, barlar kısacası rengarenk bir ortam var. Santa Monica nasıl tarif etsem Los Angeles’ın azıcık uzağında, Pasifik’e kıyı, insanların yemeye, içmeye, denize ve alışverişe gidebildikleri kaçamak bölgesi.

Burada Günce ile buluşuyoruz ve kendimizi baştan sonra Meksika kokan bir mekana bırakıyoruz. Günce İstanbul’dan arkadaşımız ve şimdi Los Angeles’ta bulunan University of Southern California’da doktora yapıyor. Kendisine iki gün boyunca bizi misafir ettiği için ve rehberliği için çook teşekkür ediyoruz. Bu arada mekana dönecek olursak hakim dil yine İspanyolca. Onlara özgü kokteyl ve yiyeceklerden söylüyoruz çünkü çok acıktık. Az biraz sohbetin ardından ölmeden kendimizi dinlenmeye atabilmek için evin yolunu tuttuk.
Ertesi sabah uyandığımızda Los Angeles’ın bize ilk minik sürprizi, yediğimiz 78 dolarlık park cezası oldu. Sizin de başınıza gelmesin diye söylüyorum; sokakların temizlik günleri var ve her sokağın başında bu yazılı. Siz bizim gibi yapmayın ve o tabelayı okuyun. Eğer ki sabah uyanıp belirtilen saatten önce arabanızı çekerseniz sorun yok, ancak sizden dolayı temizlik arabası o kısmı temizleyemezse cezayı yazıyorlar.
Gezimize üniversiteyi dolaşmakla başladık. Öncesinde evde Günce’nin hazırladığı sandviçleri yüklenerek kampüse attık kendimizi. Kampüs çok büyük ve aslında şehirle iç içe olduğundan (bir bakıma İstanbul Üniversitesi’nin Beyazıt yerleşkesi gibi düşünebilirsiniz) şehirde dolaşırken birden kampüse girmiş ya da çıkmış olabiliyorsunuz. Nizamiye var yine de.
Üniversite bir çok farklı ulustan öğrenciye, akademisyene, çalışana ev sahipliği yapıyor tıpkı ABD’nin genelinde olduğu gibi. O nedenle kimsenin kimseyi taktığı, yaptıklarından dolayı yadırgadığı, dönüp bir baktığı yok. Kimisi pateniyle fakülteye yetişmeye çalışıyor kimisi de kendisini streç filmle ve alüminyum folyo ile kaplamış bir video kayda alıyor.
Kampüste hakim ulaşım aracı paten ve scooter. Kampüste bir çok devletin bayrağı asılı, bizimki de dahil. Artık herkesinki mi yoksa şimdiye dek öğrenci aldıkları ülkeler mi sayıp tespit etme imkanım yoktu. Bir diğer dikkatimi çeken şey ise devasa kütüphanesinin herkese açık olmasıydı. Los Angeles’ta da sıkça rastladığımız evsiz insanlar kütüphanedeki herhangi bir kanepeye kıvrılıp kestirebiliyor. Birazcık övünmek gerekirse Bilkent’in kütüphanesi de bana devasa geldiği için burayı beğendim ama vay canına demedim, güzel bir kütüphane.

Kampüs turunun ardından Günce’yi laboratuvarına uğurlayıp şehri keşfetmeye doğru yola çıkıyoruz. Şehir merkezinde her binada, her boşlukta bir otopark mevcut. ABD’de bireysel araç sahipliği sanırım çok fazla ve ancak bu şekilde baş edebiliyorlar. Bir de şehir merkezindeki otoparklar belli şirket çalışanlarına hizmet veriyor. Örneğin bu otoparka sadece (o civardaki) şu ofisin, bu bankanın çalışanları park edebilir diye tabelalar var. Bu da o civarda çalışanların o civarda yer bulabilmelerini sağlıyor. Bunu yazdım çünkü genel bir otopark bulmanız gerekecek. Biz bilmeden bir tanesine girdik ve CitiBank çalışanı gibi park ettik, görevli anlayışlı çıktı ve hemen döneceğimize ikna oldu. (Tamam, 3-4 saatçik) Otoparklar gün boyu 15-20 dolar civarında. (Kuru sakın çevirmeyin gezi boyunca, geziye odaklanamıyorsunuz )
Şehirde çok güzel bir kitapçı var mutlaka gezmenizi tavsiye ederim. Adı The Last Bookstore. Hem sıfır hem de ikinci el kitap satışı yapıyor ve yelpazesi inanılmaz geniş. Burada çok pahalıya bulabileğiniz başvuru kitapları (ör. Dünyada Barbekü Yemekleri gibi) bir sürü kaliteli kitap çok ucuza bulunabiliyor. Ben Harry Potter rafı buldum ve kelimenin tam anlamıyla kendimi kaybettim. Varlığından haberimin dahi olmadığı derlemeler, resimli kitaplar buldum. Yine de bütçenizi aşmamaya çalışın çünkü tüm paranızı bırakabileceğiniz bir yer!

Ardından şehrin içinde hal gibi kapalı çarşı gibi ama içerisinde hem ürünlerin satıldığı hem de oradaki restoranlarca pişirilip sunulduğu bir pazar yeri bulduk. Adı Grand Central Market. Öğle saati geldiğinde çevredeki tüm çalışanlar buraya akın ediyor. Bu marketin çevresinde de adalet sarayı, Los Angeles Times, belediye binası gibi bir sürü işyeri ve kamu binası var. Burada (bir önceki yazımdan hatırlarsanız) gezinin en iyi ikinci hamburgerini yedim. Dükkanın adı Belcampo Meat Co. giderseniz mutlaka deneyin.

Grand Central Market’a yürürken bir de park cezalarını ödeyebileceğiniz şehirdeki tek ofisi şans eseri bulduk ve cezamızı ödedik. 😀 Az daha sağda solda gezindikten sonra ünlü Griffith Parkı’nı ve Griffith Gözlemevi’ni bulmaya ve Hollywood yazısını görmeye doğru yola koyulduk.

Griffith Gözlemevi, Griffith Parkı içerisinde hakim bir tepede yer alan çok farklı bir deneyim sunan müze – gözlemevi karışımı bir mekan. Daha geçtiğimiz aylarda şarkılarıyla dilimize pelesenk olan La La Land filminin de bir çok sahnesinin çekildiği bir mekan. Buraya ulaşırken meşhur Beverly Hills’in içinden geçiyorsunuz ancak biz bir ünlü göremedik. Ünlü evi gördüysek de farkında değiliz.

Los Angeles’taki meşhur Hollywood yazısına gitmek isterseniz yaklaşık 30-40 dakika boyunca patika bir yoldan yürüyüş yapmanız gerekiyormuş ki sanırız yazı şu an ziyaret edilemiyor, kapatılmış. O nedenle bence bu maceraya girmektense Griffith Gözlemevi’nin bulunduğu tepeye çıkıp yazısı karşıdan çekmek çok daha zahmetsiz. Ancak yanınızda mümkünse bir zoom lens götürün ki benim gibi uzaktan küçük bir resimle yetinmeyin.

Griffith Gözlemevi güzel bir deneyimdi. Astronomi adına öğrenebileceğiniz dahası deneyimleyebileceğiniz bir sürü bölümü var. Örneğin benim en çok hoşuma gidenler göktaşları içerisinde dünyamıza düşmüş ve çıkarılmış parçalara dokunabilmek, mikroskop altında inceleyebilmek oldu. Ayrıca galaksimizin bir de devasa bir maketini sunarak size gezegenlerin mesafelerini ve diğer gök cisimlerine nazaran büyüklüklerini gösteriyor. Algılamak açısından çok güzeldi.

Biz aşağıda gezeceğiz diye teleskopu kaçırmışız haberimiz yok! Eğer öncelikle teleskop katına çıkarsanız dışarıdan, gerçek bir teleskoptan bakma şansınız da oluyor.

Griffith Parkı’nda gezmeyi bitirip yeniden Günce ile buluşarak meşhur Dolby Theatre’ı ve Hollywood ünlüler bulvarını gezmek üzere parktan ayrılıyorduk ki bizi ikinci park cezası sürprizi bekliyormuş da haberimiz yokmuş! Bu seferki kabahatim (!) sağlı sollu park edilen toprak dağ yolunun sol şeridine herkesin burnu aşağıya bakarken burnu yukarıya bakar şekilde park etmem imiş. Bu benim park etmeden önce sol şeride geçtiğimi gösteriyormuş. Bu seferki kabahatimin cezası 50 dolar civarında oldu.
Buna çok takılmamaya çalışarak Hollywood bulvarını bulduk. Ancak tam da o gün bir gala gecesi varmış ve hem caddenin bir kısmı trafiğe kapalıydı hem de park yerleri hınca hınç doluydu. Bu sefer park cezası yememeyi kafaya koyan ben, bir şekilde gala davetlilerinin park edebildiği otel otoparkına dönüverdim. İlk denememde görevli giremeyeceğimizi işaret etmişti ama bu ikinci denememde önümdeki aracın arkasından giriverdim işte kusura bakmayın. Daha fazla park cezası ödemek istemiyordum!
Bulvar çok renkli. Yerlerde de şu meşhur ünlülerin el izlerinin, yıldızlarının ve isimlerinin bulunduğu granitler var. Ben Daniel Radcliffe ve Harrison Ford’u bularak bir anı fotoğrafı çektirdim. Ardından Dolby Theatre’ın giriş kapısına kadar girerek havasını içime doldurdum ve bir fotoğraf da orada çektirdim, bir tane de dışarıda, bir tane de…. Çok ama çok güzel bir anı oldu benim için. Artık her sene olduğu gibi Oscar ödül töreni gecesinde Yekta abiyi izlerken “Ben buradaydım!” deyip resmimi açıp açıp seyrediyorum.

Bulvar üzerinde bir Irish Pub bulup biraz takıldıktan sonra lüks mağazaların olduğu sokaklarda biraz turlayıp ama sadece turlayıp evimize döndük.
Ertesi gün dönüş vaktiydi. Sabah erkenden havaalanının yolunu tuttuk, aracımızı teslim edip, Budget’ın sağladığı ücretsiz ringler ile terminale doğru yola koyulduk. Biz Delta’dan almıştık biletimizi. Delta, American Airlines, Virgin Atlantic bunların hepsi de aynı fiyatı vermişti biz de rastgele birini seçtik. Ancak Delta’nın terminali Los Angeles’ta en sonda yer alıyor, buna dikkat ederek isterseniz AA ya da Virgin seçin çünkü son terminale ulaşana dek baya vakit kaybettik. Çünkü tek şeride inen havaalanı servis yolunda yolcu indir bindir, bagaj yükle derken taksisinden özel aracına herkes bir trafiğe sebep oluyor.
Çok ufak bir rötarın ardından Los Angeles maceramızı sonlandıran uçağımız kalktı ve yeniden gezinin son günlerini geçireceğimiz San Francisco’ya doğru yola çıktık. Kalan San Francisco günlerini diğer bir yazıda toparlayacağım ve orada Golden Gate Köprüsü’nden, Japon Mahallesi’nden ve Pier39 bölgesinden bahsedeceğim. Uzun bir yazı oldu ama hem paylaşmak istediklerimi yazdım hem de siz de giderseniz dikkat etmenizi gerektiren hususlara değindim diye düşünüyorum. Bizim için çok keyifli bir geziydi Los Angeles, umarım sizin için de okuması öyle olmuştur!
Görüşmek üzere,
Son olarak unutmadan, Highway 1 için ayıracak birden fazla gününüz varsa, uzun uzun gezmeli bir rota için şu iki sayfayı sizinle paylaşmak istiyorum.
- 13 Incredible Stops on a Pacific Coast Highway Road Trip (Gap Year)
- Road Trip: California’s Pacific Coast Highway (National Geographic)