Küçüklüğümden Bir Hatıra: Zenit 11

Liseye başlayana dek -ki bu 2005 yılına denk geliyor- evimizde dijital fotoğraf makinesi yoktu. Onun yerine kendimi bildim bileli evimizin emektar analog fotoğraf makinesi Zenit ile ölümsüzleştiriyorduk anılarımızı.

Bugün fotoğrafı sevmemde bu makinenin ve bu makineyi kullanmayı gerçekten iyi bilen babamın büyük etkisi olmuştur. Babamın filmli Zenit’i kullanırken konuştuğu “şurayı 125’e ayarla, şu hep 100’de kalsın” gibi laflarını çocukluğumda “ya tamam kendim çekebilirim” diye geçiştirirken, babam  zamanında bana perde hızı, ASA-ISO ayarı, diyafram falan anlatmaya çalışıyormuş meğer.

Annemle Bodrum Kalesi’nde -yanılmıyorsam İtalyan Kulesi’nde- limanı arkamıza alarak verdiğimiz en fiyakalı pozu babam bu makine ile çekmişti, hala evimizin baş köşesinde. Ya da Efes’e, Begrama’ya gittiğimin ender kanıtlarını bu makineyle çekmişiz. İlkokulda çıkardığımız duvar gazetesinin fotoğrafları bu makine ile çekildi örneğin. O zamanlar film ve banyo da pahalıydı babamdan rica ederdim sürekli “duvar gazetesi” için!

Bu makine ile ölümsüzleştirdiğimiz anlarımızı saysam herhalde satırlar uzar gider ama asıl bu yazıyı yazmamın sebebi; dijital makine evimize girince bu makineyi kıyıya itelememizin üzerinden 12 sene geçtikten sonra, bu makineyi geçenlerde yeniden kullandım, size onu anlatmak.

Makineyi bozuk sanıyorduk açıkçası. 🙂  Ya kapağı gevşekti ve ışık aldığından filmi yakıyordu, ya da bir şeyi vardı işte boşuna atmamışızdır kenarı dedik. Neyse ben bunu Hayyam’da yaptıracağım diye aldım memleketten getirdim İstanbul’a. Önce bir film taktım ki kafamdaki plan Harbiye’den Eminönü’ne yürüyene kadar pozları bitireceğim ve banyo ettireceğim ardından çıkan sonuçlara göre arızasını anlayacağız.

Ben filmi bitirdim banyoya verdim ama dükkanın kapanmasına yakın varabildik Eminönü’ne. Hâl böyle olunca ben daha filmi bastıramadan boş makineyi Hayyam’a götürdüm. Hayyam’da baktılar ve “bu canavar gibi, hiçbir şeyi yok, sakın açtırma…” dediler. Hatta “gördüğüm en temiz Zenit 11’lerden” deyince bir abi, makineyi aldığım gibi çıktım.

Bir saate kalmadan filmler de çıkmıştı ve e-posta gelen kutuma düştü! Evet burada ilginç bir durum var o da şu ki filmden baskı almadan önce e-postanıza isteyebiliyorsunuz. Sonra beğendiklerinizden bastırabiliyorsunuz. Ne zamandır bu böyle bilmem ama ben yeni gördüğüm için şaşırdım ve bir bakıma da hoşuma gitti açıkçası. Dijital’in analogu yok etmesi yerine, dijital ile analogun paslaşması gibi geldi bu yeni imkân bana.

E-posta kutuma gelen fotoğraflara aşık oldum! Biraz da duygulandım ne yalan söyleyeyim. Analog makinenin ve kullandığım filmin o renk paleti, fotoğrafa kattığı hava beni eskilere götürdü. Küçükken de aynen böyle çıkardı fotoğraflarımız. Sanki birden o yılları çekiyormuşsunuz gibi güzelleştirdi kareyi analog makine. Sanki en kalabalık şehirde, 20 milyonluk dünya metropolünde değil de yine o eski, Yeşilçam filmlerinde gördüğümüz 1-2 araçlı İstanbul’u çekmişim gibi çıktı hepsi de!

Daha fotoğrafları baskıya verirken ikinci bir film taktırmıştım zaten. Şimdi de onu dolduruyorum, bu işten yıllar sonra bu kadar zevk alacağım aklıma gelmezdi. Daha da bırakamayacağım gibi görünüyor.

Kapak fotoğrafı olarak en beğendiğimi buraya ekledim, diğerlerini de fotoğraf çekimlerim başlığına ekliyorum.

Send a Comment

Your email address will not be published.